Tag Archive | heykel

Telefon Rehberini Alıp Heykel Yapan Adam!

Sonra ev arkadaşım berk ile ben ne kadar saçmalık varsa evin duvarına yapıştırmaya başladık. Bunlardan biri de bizim telefon rehberi diye bildiğimiz, Yellow Pages’in giriş sayfasındaki Jon Lovitz yazısı idi.

Bu yazı kısaca herhangi gerçek bir kitabı yazmış olan bir yazarın o kitap ile ilgili yazdığı bir metindi ama kitap Yellow Pages olunca durum tam da “lan bu amerikalılar ne mal adamlar ya” muhabbetlerine konu olacak cinsten oluyordu. Şu an tam hatırlamıyorum ama Joh Lovitz bazen günlerce uyumadan, yemek yemeden yazdı, yazdı, yazdı… falan gibi laflar vardı. Lan telefon rehberi nesini yazıyosun denyo tıhıhhıı dye gülüyoruz biz. En kült laflarıda fosforlu kalemle çizmişiz falan.

Az evvel bu yazıyı yazmak için o metni bulayım dedim, bulamadım ama ne buldum. Meğer o bir marketing campaign’miş. Meğer böyle bi manyaklık yokmuş. Meğer o hikayedeki mal bizmişiz. Berk bunları okuyorsan sen de sayı ile kendine gel. 1,2,3.

Ama Long-Bin Chen’in tüm bu olanlarla ilgisi ne? İlgisi yellow pages tabi ki. Bu abimiz alıyor rehberleri üstüste dizip bunlardan heykel yapıyor. Buna benzer birşeyler koymuştum bloglarıma daha önce ve fakat bu engelliyor mu? Gördüğünüz gibi engellemiyor. Alın toxelden bakın siz de, elin oğlu ne yapıyor çekik gözü ile, bize de oha demek kalıyor…

Tuvalet Kağıdı Rulosu ile Heykel Yapan Adam: Junior Fritz Jacquet

Başıma bir pistol dayasalar ve sorsalar hangi rulodan heykel yapacaksın cenk çavuş diye, rulokat rulosundan derim, ama junyör ceket fritz benimle hem fikir değil. Hem sanırım soyadı da ceket diye okunmuyordur, J ya da Je denilip kesiliyordur, çünkü fransızca’da yazdığının tümünü okursan ağzının içine elyaf döküp seni akşam ebesi yapıyorlar!

Evet ben necasetten taharet dönemlerimde çamaşır makinesinin üstünden elime ne denk gelirse, omo olur, ariel olur, helvetica olur hahaha olur mu hiç big babol! Ariel Arial benzeşmesine bir gönderme yaptım sen de diosun ki dio sadosan? Reklamlarla yıkanan beyin kas tutmaz diye bir atasözü var hem. Olsun.

Ever bu arkadaşın web sitesi o kadar sefil ki, link veremiyecem, ya da dur vereyim, elime mi yapışacak? Bir de bişi yapmanı isteyip “ya eline mi yapışacak” diyen tüm insanlara biz sözüm olacak, yapışmayacak tabi ki, ama üşeniyorum lan!

Evet sitesi bir fransız gibi. Maske, deco, sculpture illuminati, monumentales gibi kelimelerden bunları ne olduğunu anlayabiliriz aslında ama tabi bunlar link değil. O yüzden anlasak ne olur anlamasak ne olur?

Son anda aklıma gelen bir soru ile bu yazıya son verirken birazdan söyleyeceğim sucuklu tostu hayal ediyorum. Diyelim ki tourette sendromumuz var ve 3 kelimeden birini küfür ederek kullanıyoruz. Bu yazıda da oluyor mu? Turet bi abimiz yazıda da turet mi? Bunu bi düşünün.

Evet tuvalet kağıdından heykellerin linkini vererek aramızdan ayrılmışem.

Alex Queral: Alıyosun Telefon Rehberini, Jiletle Heykel Yapıyorsun!

Geçenlerde insan zekası diye başlamıştım bir yazıya. Ne fikirler var bilader. İşte alex queral arkadaşımızda alıyor telefon rehberini jiletle kazıyarak 3 boyutlu heykeller yapıyor. Zaten 2 boyutlu heykellere bir resim diyoruz! Kendi kendimi böyle özgüven dolu eleştirebildiğim için ise kendime teşekkürü bir borç bilirim. Bilinçli insanım. Yere çöp atarkende atacağım şey 2.5 cm.’den büyükse atmam, gider çöpe atarım, küçükse çaktırmadan yere bırakırım.

2 saattir bakıyorum bu alex’in bir sitesi yok mu diye, ki yok hakikaten. 150 blog’da adamın işlerine yer vermişler. 13 kişi tweet-re-tweet döngüsüne sokmuş, 21 kişi hakkında ileri geri konuşmuş ama web sitesi yok sanırım bu alexin. Sizde zaten google’da alex queral diye aratırsanız, kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Gerçekten, Gerçeklerinden Ayırdedilmiyor Bu Heykeller Civanım!

Araştırmacı gazeteci olsaydım, araştırır da yazardım, peki bu ne demek şimdi? Araştırmacı natır olsam araştırmaz mıydım? Yani işin araştırma kısmı gazetecilikte değil mi demeye çalışıyorum? Yoksa sadece makara kukara mı yapıyorum? Yoksa sadece ve sadece kukara mı yapıyorum?

Ben ne yaptığımı biliyor muyum sandınız yoksa bir an? Bakın açık seçik ifade edeyim ki, yok öyle birşey. Çok samimi olmam gerekirse, biraz daha bişiler yazıp buraya bir link koyacam. O linke tıklayan 3 şansı okuyucu ile Burma’ya gidecem ve akşam yemeği yiyecem. Bu kadar. Hahahaah Burma diye bir yer kalmadı olm lan. Artık orası Myanmar. Birisi gelip F2’ye bastı ve rename etti onları. işte bu da bizi konumuz olan “acayip gerçekçi, hakikatten ayırdedilemeyen, edilse bile yine vay vay vay dediren spektaküler heykeller”e getirdi. Bakın getirilin burdan.

Çinliler Duvardan Sonra BMW Yaptı…Taştan!

“Siz Çinliler kalabalık milletsiniz, ha bir eksik, ha bir fazla ne farkeder”.

Yabancı filmlerden bir replik genelde işe yarasa ve hatırlanılsa da, gelende Türk filmlerinde bu olmuyor. Yukarıdaki replik de bir Battalgazi’nin oğlu Seyit Battal filmindendi, ve farketmeyenler için altını çizeyim çinlilerle ilgili idi.

Ben arabalardan anlamam, hevesim yoktur, sürmek dışında da hiç bir ilişkim olsun istemem. Cam suyu doldurmak bile beni kanser eder. Hele hele kağıt işleri, yok muaene bilmem ne falan hayat damarlarımdan bir çoğunu keser. Ayrıca dediğim gibi asla bir arzu nesnesi olmaz arabalar bende. Bir Ferrari, bir porche falan bana ne lan. Ben şunları beklerim arabadan. 1) sorunsuz gitme, 2)klima soğutsun. Bunları yapan arabayı severim. Bir de Türkiye’de yaşadığımız için sağlam bir araba olursa ve trafikte hayatta kalma şansımı arttırırsa daha ne isteyeyim.

Ama herkes benim gibi değil, değil mi…değil. Değil normal bir araba, böyle taşına toprağına ılgın arabalar yapanlar olabiliyor. İçinide yapmış adamlar haaa. Kafayı kasıp taştan BMW yapan Çinli dostlarımızdan artık taştan bir transistör, ya ka kapasitör bekliyorum, ki bu taş işleri onların kapasitesi dağilinde. Buraya bir de mason esprisi bulsam tam olarak bitirecem yazıyı be. Hani taş, duvar, mason, falan….anlamamak sen?

Gel bari resmine bak

Karpuz’un %90’ı Su İse Bu Ne? Artisler Sizi!

Müfredatlar biz zavallı Türk gençliğini büyüme aşamamızda oldukça derinden etkilemiş ve beyinciklerimizin yıkanmasının imandan geldiğini zannetmemize sebep olagelmiştir. Ve işin acısı, hala olagelmektedir. Bu olagelim ve/veya olagelişim daha ne kadar devam edecektir sevgili olagarşikler sizi?

Yine cenk çavuş bir safsata ile başladı diye düşünenler var aranızda biliyorum. Ve fakat bu düşüncesiz düşünenler bir kez daha düşünsünler. Çünkü bu sefer konuyu muntazam bir şekilde giriş paragrafına bağlamak için gittim şan dersleri aldım haha!

Bakınız müfradatlar bize öğretti ki su 3 halde olabilir ki bunlar nedir? Buhar, su ve buz değil mi? Ama zavallı bizler bu gerçekler doğrultusunda serpilirken gerçek hayatta karşımıza ilk defa “karpuz” çıkınca afalladık. Kimimiz tinerci oldu, kimimiz de dilenci! Neden bizden “suyun karpuz hali” saklanmıştı ha? Ne istediler biz zavallı eğitim sistemi kurbanlarından?

İşte bu gerçekle yüzleşince duygularını sanat yolu ile dışavurmuş, ya da vurmaya takati kalmış insanların onlar öldükten sonra isimlerini yaşatacak eserleri. Linki buraya konuşlandırdım bak.

Canstruction: Yemek Kutularından Heykel Yapma Sanatı

İngiliz dili kelimeleri birleştirmek sureti ile yeni kelimeler uydurmaya müsait bir dil olagelmiştir ki, adamlar isimlerini Beatles koyabilmişler. Beat  ve Bettle kelimelerinin birleşimi olan Beatles gibi Can(konserver kutusu) ve Construction (İnşa Etmek) kelimelerinin birleşiminden de canstruction kelimesini uydurmuş bu yemek kutusundan heykel yapan abilerimiz.

Aslında açlığa karşı bir charity çalışmasının bir parçası olan bu oluşum, 1992 yılında Denver ve New York’ta başlamış ve toplam 10 milyon pound gıda açlık çeken insanlara gönderilmiş bu sayede. Tabi her ne kadar duyarsız değilsek de biz, bizi asıl ilgilendiren olayın bu heykeller olduğu gerçeğinden yola çıkarak sizlerin değerli vakitlerinden daha fazla çalmayayım isterseniz.

Bakın bu canstruction sitesi / Burda da 2003-2008 yılları arasında yapılan seçmeleri kazanan eserler ve videoları var

Nathan Sawaya: Bir Lego Heykeltraşı

Çocukken çok severdim lego olayını ama ben çocukken etrafta pek kolay bulunamazdı bunun orjinali. Dandik ve öküz gibi büyük versiyonları vardı. Oğuz diye bir arkadaşımın ama bi leğen dolusu almanyadan gelme orjinal legoları vardı. Deli gibi oynardık saatlerce, günlerce. Taa o günlerden kalan bir sevgim vardır bu lego olayına.

Nathan Sawaya ise bir avukattır. Daha sonra 2001 yılında “alayının köküne kibrit suyu” diye bağırır ve istifa ettikten sonra kendini legosanatlarına verir. Önce legolar ile müzik yapmaya kalkar, pek verim alamaz. Daha sonra bunlardan heykeller yapmaya başlar. Kendini freelance bir sanatçı olarak adlandırmalar, özel sipariş üzerine çalışmalar yapmalar falan bundan sonra gelir zaten. Bende bu yazıyı bir “legolas” kelimesini kullanmadan bitirmeyi düşünüyordum tam, bak kısmet değilmiş. Burda Nathan’ın sitesi ve yaptığı işler var.