Arşiv | Böyle de bişi var RSS for this section

Download’cunun Seyir Defteri Konu 35: Releaselog Kapalıyken Ona Benzer Siteler…

İnternet bir abaküs ise ve bizim aradığımız şey bir abaküs topçuğu ise, o topçuk abaküsün bir yerindedir ve fakat neresindedir? Hatta abaküsün neresinde olduğunu bilsek bile , tam o topçuğuna nasıl ulaşacağız abaküste Daniel ?” diye sorduğu zaman Jesse bana, dikkatim bir an için dağıldı. Üstüste defalarca abaküs demişti ve sadece abaküs lafına yabancılaşmakla kalmamış, sinüs, kosinüs, kotanjant lafları ile de aram açılmıştı. Ortak katların en küçüğünü ise görmeyeli belki de 15 yıl falan olmuş olmalıydı.

“Saçmalama Jess”, diye söze girdim. “İnternet bir abaküs falan değil, hiç olmadı da…Belki çok zorlarsak kehribar rengi bir pandizot ya da bir ortamda “ne nanan na” şarkısı çalınca sadece “ne nanan na” kısmına eşlik eden ama vaya con dios’un selamı var dediğinde bu selamı almayan…” Aniden laflar boğazıma tıkandı, nefes alamaz oldum bir an için, çünkü gözümün önünde Jesse 0.7 uçlu bir kalemi aort damarına saplamaya başlamıştı. Böyle bir anda ne yapabilirsiniz ki? Ardı ardına kalem boğazına saplandıkça, gırtlağından acı dolu hırıltılar çıkıyordu. Her kalp atışı ile ileri fışkıran kanının şiddeti, gözlerindeki hayat belirtisi gibi azalmaya başlamıştı Jess’in. Onlarca kez kendi boğazını deldikten sonra artık motor becerilerini kaybetmeye başlamış ve kalemi boşa sallar olmuştu.

O an aklıma geldi ki, ben ne yapıyorum burada lan dedim kendi kendime. Jess bana Daniel diye hitap etmişti, benim adım bu değilki. Benim adım Cenk lanet olsun! Hatta Jess de kim adeta ve resmen? Ben Jess diye birisini tanımıyorum ki lan! “Kusura bakma abla ben seni birisi sanmışım” diyip çıktım dışarı ama aklımda bir soru hala yankılanıyordu. “İnternet bir abaküs olsa…”

Evet bu kısa hikayeden anladığım şudur benim. Releaselog hem benim hem de milyonlarca sezar salata seven insanın en sevdiği release sitelerinin en başında gelir! Ama bu popülerlik ona “kar marjları”nda olduğu kadar “bela” olarak da geri döner bir bumerangımsı şekilde. Bu örnek güzel oldu çünkü sitenin sahibi olan martin bir avustralyalıdır hatta gibilerinden ara bilgi anı yaşayalım şu an. Çünkü sıksık bunun site kapatılmaktadır. Martin oğlan ise alır sitesini bir o ISP’ye bir bu server’a taşır durur. Arada da bu kapanmalarda bazen 2-3 gün bazen 8-10 gün kapalı kalır site ve biz özleriz releaselog’umuzu. Peki bu gibi anlarda ne yapacağız? Releaselog kadar nefise karatay olmasa da ona benzerimsi siteler yok mu? Elbette var! O zaman bu sitelerden bir kısmını sizlere anlatıyorum. Scenesource / Sceper / Scenedowns / IRFree / OneDDL /All in One Stop / Freshwap

Aslında daha da var da şimdilik bu kadar releaselog gibi site,  siz değerli maki yetiştiricilerine yetsin!

Geviş Getirten Dev Minecraft Tren İstasyonu Yapılışının Timelapse Videosu Sayesinde Geviş Getirmekle Kalmadım, Geviş Götürdüm!


Ah minecraft sen içimde kalan bir uktesin cümlesindeki ukte lafı bana nedense vuvuzela adındaki sofistike afrika enstrümanını hatırlattı. Serbest çağrışım bile denilemeyecek derecede rastsal çağrışım ve hatta çağrışımın olmadığı yerde çağrışım adını verdiğim bir çağrışım türünü dünyaya getirmiş birisi haline gelmiş oldum ben de. Enter’e basıp yeni paragrafa geçmeden önce 1988 Avrupa Kupası’nın Almanya’da yapıldığını hatırlatmayı uygun buluyorum.

Minecraft oynadım epey sevgili okurlar. Sevgilisi olmayan abazan okurlar siz de gelin ve dinleyin hikayemi, ama öküzlük yapmayın! Evet ne diyordum yazayım ama aslında ne dediğimi biliyorum, daha 1 cümle geçmiş aradan, “ne diyodum” diye gerçekten unutsaydım ayıp olurdu ama konuya dönmek için “evet ne diyordum” deme ihtiyacı hissettim. Ama bunu da siktir edin aklıma süper fikir geldi!

SÜPER FİKİR:
Bakınız; değerli dostlarımdan bazen yorumlar kabul ediyorum bloglarımla ilgili. Genellikle ve sıklıkla duyduğum en büyük eleştri şudur: “Cenk senin blog iyi, gülüyoz falan ama çok ara şeylere dokanıyorsun, daha insanların anlayacağı şeylerden bahset, teknik olayları bırkalama”. Evet bunun üzerine son zamanların popüler olaylarından birinden bahsedeyim hemen! Değerli okurlar, globalleşen dünyamızın son zamanlardaki en önemli olayı tabi ki Hilal Cebeci’nin fotografları değildir de nedir? Bakın o konu ile ilgili Cenk Özmercan perspektifini ortaya koymaya izin verin! Size süper bir kıyak yapma arifesindeyim. Kimseni bilmediği bir site buldum adı biraz garip: Google. Hemen bu siteye gidip hilal cebeci yazın ve sol taraftan görsellere basıp 3131’e gönderin, cep telefonunuza apaçi müziği gelsin!

Gelelim asıl olay olan minecraft’a ki videoyu seyredenler ve minecraft oynayanlar zaten şu an itibarı ile “ohara” adını verdiğimiz sesi çıkarıyor. Ben de özlemişim minecraft’ı valla, gaza geldim adeta ve resmen ve filhakika!

Kağıttan Yapılan Kılıklar ile Kuzey Kalesi ve Minimekanikleri Andım!

Hep erken doğduğuma inanmış bir adamım. Yani tabi bizim çocukluğumuz da fena değildi ama şu an çocuk olsam olanaklar sonsuz! Eskiden hatırlıyorum haftada 1 gün flintstones (çakmaktaş ailesi) çizgi filmi seyretmek ne olaydı. Sikindirik 3-4 dakikalık Yakari falan vardı günlük, şimdi neler neler var. İlk defa uzun metraj bir çizgi film seyrettiğimde, ki bir cumartesi gecesi trt1 (tek kanal zaten) vermişti de zevkten bayıldığımı hatırlıyorum. 1 ay içinde doğacak oğlumun ne böyle bir derdi ne de böyle bir anısı olacak. Yer gök çizgi film artık.

Herşey böyle tabi. Bilgisayarlar, 100bin kanal tv, internet, oyuncaklar…Lan harbiden erken doğdum ben be! Yemin ediyorum şu an 9 yaşımda olsam hiç uyumam sonsuz takılırım! Konunun ciddiyetini dağıtmak için çok ağır bir laf yazıcam şimdi çocuklarımızı güvenli bir mesafeye alın. Hazırsanız söylüyorum: Haydar.

Evet mini mekanikler ve kuzey kalesi benim oyuncaklarım içinde kalbimde ayrı yere haciz getirtmiş ürünlerdi. Bunları dizip karşılıklı biz Bursa’lıların cilli dediği, genel Türkçe’de misket diye bilinen ama en garibi Balıkesir çevresinde meşe adı verilen objeleri birbirimizin birliklerine atardık. Yanlız meşe çok acayip bişey hahahahah. Ulan meşe ağaç be :D

Bugün toxel’de kağıttan yapılmış kıyafetler giyen modelleri görünce, bunların kafasını da görmüş oldum. Bunların kafasını görünce aynen minimekanik oyuncak görmüş oldum. Aynen minimekanik oyuncak görünce, aynen kuzey kalesi görmüş oldum. Aynen kuzey kalesi oyuncak görünce aynen con vaynen lafının kabul gördüğü günlere dönmüş oldum. Ve bu yazıyı kaleme aldım. Hangi kaleme derseniz tabiki kuzey kaleme ! Saçma ama oha amma kasıp ta yapmışlar dedirten kağıttan yapılmış kılıklar ile ilgilendiğini düşünüyorsan tıklaman gerekecek olan link işte bu altı mavi çizik ile çizikleşmiş linktir / Al bu da kuzey kalesi

Kendi South Park Karakterini Yarat!

Bu sabah Memlüklü sultanlarından Dave Mustaine ile Seferoğulları beyliği ile Tellioğulları beyliği arasındaki anlaşmazlık hakkında konuşuyorduk. Mustain bana “Bak Cenk, aramızda kalsın benim Memlüklü sultanı olduğumu bilen çok az insan var bu konuda da birşeyler yapmalıyız” dedi. Ah dedim Mustaine veririrz bir wiki linki bilenler bilmeyenlere öğretmiş olur dedim.

Sonra Karamanoğulları beyliği ve Karasioğulları beyliği arasında geçen bir müsabakada hekimlik yaptım ve evet, hekimlik dedim hakemlik değil çünkü ben kendime hobi olarak tıp’ı seçmiş bir insanım. Ve böylesi bir yazım tarzını kendine mihenk taşı edecek olanlara tavsiye ve hatta bir ders niteliğinde konuyu bağlıyorum dikkat edin, not alabilirsiniz!

Çernobil, çernobilye, ki bursada cilli diye geçer, demek ki çernocilli!

Yani kısacası southpark karakterinizi yaratmak isterseniz, ki ben hayatımın 22 aylık döngüler halinde gelip geçen bir kısmında isteyedurmuşumdur böylesi bir karakterimi yaratmak, artık size bu kapıyı açma zamanım geldi. Ama geçmedi, sadece geldi ve orada kaldı! İnternetlerde bir sürü southpark karakter jeneratörü var evet ama sizinle paylaşmayı arz ettiğim site http://www.customsouthparks.com sitesi. Daha sonra facebooklarda da karakterinizi paylaşabilirsiniz hatta ve filhakika!

Uyuyan Ayı Yastığı Alın Bana!

Çok deli uyurum. O yüzden deli gömleği giyip uyurum. Uyuduktan 1 saat sonra kalkıp gömleği çıkarıp yerine pitikareli zıbın giyerim. Şaka şaka, düz kırmızıdır zıbınım…

Kem gözlere şiş lafındaki “kem” ne anlama gelmektedir üzerine yazmakta olduğum kitap beni oldukça yoruyor son 30-40 yıldır. Dolayısı ile uykuma özen gösteriyorum. Uykumu alamazsam sinirli oluyorum ve en sevmediğim şey sinirli ettir! O yüzden uykumu almak benim ve etrafımdaki insanlar için önemli. Gelin yeni paragrafa el atalım artık.

Sizlere artık karımla olan yatak sırlarımızı anlatacak samimiyet derecesine geldik. Bakın bizim yatağımızda şu an itibarı ile 2 yorgan ve 5 yastık vardır. Estetik kaygı ile yatak üzerine konan tırt yastıklar değil bunlar, hepsini kullanarak uyuyoruz. Hakkını veriyoruz. bir kere herkesin yorganı ayrıdır dolayısı ile birisi yorganı domine edemiyor ama bu sistemde bile bazen gelip bakıyorum karım 2 yorganı domine etmiş, 1’ine sarılmış öbürünü üstüne örtmüş falan. Oysa sarılma yastığı denen bişi var kardeşim! Benim kafa ve sarılma yastığım var. Fulyanın da kafa, sarılma ve göbek altı yastıkları var. Yani kısacası yatağa yattıktı biz, sarılmak isteriz bişilere. Ama birbirimize sarılmayız çünkü şu formüle bakalım:

1) Cenkin gece boyu aldığı uyku pozisyonlarında uykuya dalmanın gerçekleştiği pozisyon oranı 1/6’dır. Yani ben uykuya dalamadan önce bi süre bi öyle bi böyle dönerim ve ortalama da 6 pozisyon sonra uykuya dalarım.
2) Yukarıdaki örnektek gibi Fulla’nın uykuya dalmadan geçirdiği yatış şekilleri oranı 1/4.
3) Bizim beraber uyku pozisyonu bulma oranımız: 1/6 x 1/4= 1/24! Yani 24 uyku pozisyonu denemeden uyuyamayız biz! Bunu ben değil matematik söylüyor!

Şu an bu yazı beni sıktı artık o yüzden yukarıda bir ayı var yastık şeklinde, bunu yapan chic sin design diye bi adamlar var. Daha değişik böyle kütük gibi falan da yastıklar yapmışlar çok şirin. Bu ayıyı bana alın istiyorum ama, aranızda para toplayın $168 fiyat biçmişler, yapabilirsiniz inanıyorum lan! Bak buradan satın al bana / Bak chic sin

Audi A7’yi Kağıttan Üretiyor Taras Lesko!


Yeni bir hafta, yeni bir ay, yine bir pazartesi, ve zımba teli olmayan zımba. Evet değeri bilinmeyen okurlarım, nasılsın? Dikkat et çoğuldan tekile yarım saniyede geçen cenkozmercan.wordpress.com adresindesin!

Bu sabah işe geldiğimde Osama’nın öldürüldüğünü öğrendiğimle ilgili cümlemi yazıyorum şu an, ki daha fazlasını bekleme benden. Politik olayları bu bloğa konu etmiyorum biliyorsunuz hatta politikayı sadece Barrack Obama ve Skinoski Sama ile birebir sohbetlerimde konuşmaktan hazediyorum. Ulan şu an çok garip bir an yaşadım bakın sizle paylaşayım. Bu skinoski’nin adı gerçekte neymiş diye kısa bir arama yaptım ve öğrendim ki adamın asıl ismi : tsukinosuke. İlk anda o kadar uzak gözüksede bir okuduğun zaman adeta bir skinoski oluyor allah allah diyor ve yeni paragrafa yol alıyorum.

Evet bu yazıya konu olmasını beklediğim ama birşekilde olamayan kağıttan Audi’ye gelelim isterseniz ama geldiğimiz anda ben yazıyı bitirecem çünkü arabalar o kadar ilgimi çekmiyor yani. O kadar çekmiyor ki o kadar olur. Mesela meridyenler, gılgamış destanı, yunan alfabesinin 11. harfi lambda falan daha çok ilgimi çekiyor, ki aslında onlarda ilgimi pek çekmiyor. Çekemiyorlar, beni çekemiyorlar resmen. O zaman artık 1.5-2 ay içinde doğacak olan oğluma koymayı düşünmediğim isimlerden bazılarını sayarak yazıyı sonlandırıyorum: Mümtaz, Rahim, Süat ve Tsukinosuke.

Jaman Subtitler


Bi aralar bunun farklı ve tamamen hint filmlerine dayanan bir versiyonunu paylaşmıştım, Jaman ise daha fazla filmden seçim yaptırtıp komik altyazılar yazmamıza olanak sağlayan ve daha sonra türlü sosyal paylaşım sitesinde otomatik portakal soyan bir site…Hayrını görün!

Evlilik Davetyesinde Solo Test Tarzımtrak (ama tam değil) Yaklaşım!

Bakın solotesti bilmiyorsanız benim size söyleyecek bir lafım olamaz! Zamanında solotesti çözmüş ve ezberlemiş bir insanım. Ne zaman yapsam sürekli “200 puan Bilgin” olduğum için üzerimde bir baskı oluşturdu. Allahtan bilgin olmayı başardım bu genç yaşımda ki bir bakıma bunu solotest’e ve üzerime yüklediği bu baskıya borçluyum. 23 atmosfer vardı o basınç öyle söyliyim.

Evlenmeyen adam anlamaz eve perde bakmak ve evlilik davetyesinin nasıl olacağı bir evliliğin %80’i falandır. Tabi başlarda böyle, ilerledikçe evlilik kurumu, yeni %80’lere yelken açarsın ama bugün o ilk adımda kalalım biraz. Ayrıca dün yeni klavyeme alıştığımı dile getiren bir yazı kaleme almıştım. Yeterince virgül yapmamışım o zaman ki, şu an anlıyorum. Virgül olması gereken yerde enter var sürekli entere basıyorum lan!

Evet benim evlilik davetyem mükemmel olacaktı. Çocukken 3D kitaplar vardı, sayafalarını açınca kartondan karakterler, şatolar falan oluşurdu. Evet benim evlilik davetyem için de öyle bir plan yaptık ama son 2 gün olduğu için yapamadık bunu. İçimde kaldı desem yalan olur, pek tınmadım. Daha sonra bu işi daha ciddiye alan insanlar/çiftler tanıdım ama. Evlilik davetyesi diye gerek balataları sıyırdılar, gerek çivileri çıktı, ve hatta ipleri koptu.

Bugünkü yazıya konuk olan davetye ise aslında hoş bir nüans içeriyor yazdığım an, nüans kelimesini belki de ilk kez yazılı olarak kullanmış olabilirim gibime geldi. Nüans! Evet bu nüans ise nasıl bir nüans. Durun da nüansı açıklayayım. Nüansa göre tepedeki noktalı yerlerdeki daireleri istediğiniz gibi delerek, davetyeye istenilen nüansı katma nüansına sahipsiniz. Alın bu nüansı tepe tepe kullanın. Hatta nüans iyice nüandrik bi nüans olsun isterseniz daha çok delik deldirin, daha ufak delik deldirin, pixeliniz ufak kalsın, nüansınız artsın böylece. Al sana nüanslı davetye.

Japonya Depremi Esinlenmeli Umut Serpme Amaçlı Genki Sudo İçerikli Slow Motion Dans Videosunu Sevdiğimi Bilin Yeter!


99 depremi esnasında İstanbul’daydım. Bir gün sonra taksim’e gidip abd vizesi almaya çalışacaktım. Evren insan ismi ile bilinen ama gerçekte insanlığından şüphe edilen bir candostumun, nam’ı diğer vitesadamın öğrenci evinde kalmaktaydım. Gece 3 gibi sallanma başladı, ben evin en arkasındaki odada yatağa yatmış kitap okuyordum. 2-3 saniye gülümsediğimi hatırlıyorum “thehehe deprem oluyo teheheeh” diye. Çünkü laçkaydık biz. Bi sürü kez depreme tanık olmuş ama hiç gerçekten hasar veren bir depreme tanık olmayan şımarık bir piç gibi eğlendim. Eğlencem 3-4 saniye sonra “lan?” sorusuna, bi 2-3 saniye sonra da “yok artık!” ünlemine dönüştü. Yataktan fırladım. Kapıyı açtığımda hemen yan odadan ev arkadaşı Alper’in odasından panikle fırladığını gördüm ve koridorda koşmaya başladık. Yerkubbe brutal vokal yapıyordu biz koşarken “UĞĞĞ” diye derinden geliyordu ses ve kapının önüne geldiğimde 3 gündür evinde misafir olmama rağmen Might and Magic 7 oyunu yüzünden hayattan kopmuş ve yüzüme bakmamış evren ile karşı karşıya geldim. Gözlerimiz buluştuğunda benimkiler “hadi sittir olup çıkalım dışarı” diye bakıyordu, evreninkiler ise “çoraplarım nerede” falan gibi bir bakış içerisindeydiler. Bu esnada ev arkadaşı tolga’nın da bize katılması ile sokak kapısından çıkıp, merdivenleri last ninja 2 gibi indik. Sokakta bi 30-40 saniye geçirdikten sonra artık etraf kalabalıktı. Herkes evlerinden çıkmış uykulu gözlerle etrafına bakarken, evren apartmandan çıktı, kulağındaki 23 küpe ayışığında parlarken “çorapları buldum lan” dedi.

Bir gün sonra taksime gitmek için sokağa çıktığımda yollarda trafik vardı. Çok fazla trafik. Ve bütün arabalar ambulanstı.

Can’t You See I’m Busy: Word Gibi Breakout Oyna!

Breakout nedir desem ve etrafına baksam ne görmek istiyorum biliyor musun? İnan ben de bilmiyorum. Yani şunu görmek istiyorum desem yalan olur. O zaman bişey mi duymak istiyorum? Birisi “ya çok eski oyundur” falan gibilerden bi laf mı etse acaba? Yok valla. O da değil. Ama sanırım neden bahsettiğim anlaşılsın istiyorum olabilir. Evet bak düşündüm şimdi, bi laf ediyoruz, boşa gitmesin istiyorum abicim. Şu hayatta çok çektim bu boktan. Kalkıp anlaşılamamış müzisyen triplerine falan da girmiyorum ha, ama çok espiri boşa gidiyor, hadi boşa gitsin gitmesine de, bi de “ne diyo bu mal ya” bakışları oluyor. Bari onlar olmasa. Bari kıymet bilmiyorsunuz, bari biraz insan olun arkadaşım ya. Zaten zor günler geçiriyoruz millet olarak. Zaten vatanı koruyacak, onu yeni doğmuş bir bebek gibi kollayacak Nihat Doğan bile yok topraklarımızda allahım yarabbim!

Tüm söylediklerimin konumuzla bir ilgisi yok. Aslında var ama çok az var. Breakout’u bildin mi? Onu mesela word içindeymiş gibi oynamak istermisin? Hemen bir SWOT analizi yapalım. Güçlü yönü oyun oynadığın anlaşılmıyor, dolayısı ile müdüründen korkmana gerek yok, zayıf yönü grafikler biraz oynadıktan sonra sinir bozuyor, fırsat olarak böylesi gereksiz bir oyunu oynamanın vermiş olduğu spektaküler bilgi dağarcığının etkisi ile hiç tanımadığın bir erkek…

tam burayı yazarken gelip benim monitörümü aldılar, bişeyler denediler şimdi 1 saat geçti aradan ben ne yazdığımı bilmiyorum, hadi onu salla, direksatış için 1 saat içinde bi iş bitirmem gerekiyor o yüzden hızlıca toplarsak, al bak brakout oyununun word gibi gözükeni aman aman aman. Alttan start game’e basacan onu bil de.

 

Talleye: Bir Yerden Kazmaya Başlasam, Nereden Çıkarım?

İnsanın başına bişey ya meraktan ya kürekten gelir diye bir atasözü vardır. Ben de dün gece rüyamda birşeyi merak ederken buldum kendimi. Mutfaktaydım ve kapalı gözlerle chokella yiyordum ve hayır bu rüya değil, gerçek olan kısım. Çünkü ben uyanmadan gece kalkıp tatlı yerim. Peki bunu neden böyle yapıyorum? Elbette yatmadan önce yemek sağlıksız diye! Yattıktan sonra yemek hakkında bir araştırma henüz yok.

Herneyse bazen bu şekilde yakalanıyorum ve insanlar şaşırıyorlar. Mesela karımın kardeşi funda bir gece beni uyuyuk bir şekilde tatlı yerken yakalamış ve “aaa inanmıyorum” falan gibilerinden laflarla beni uyandırmıştı. Görüyorsun işte, nesine inanmıyorsun allaam yaraabbim?

Evet dün rüyamda merak etmeye başlamamla elime bir kürek aldım ve başladım yeri kazmaya. Merak ettiğim şey ise, buradan dalarasam kazmaya, dünyanın arkasından neresinden çıkarım idi? Böyle bişi yapsan ve teorik olarak ortanın ıssı olduğu gerçeğini bir kenera bıraksak çok komik bişi olur hem. Deliğe buradan atlarsın aşşa, merkezi geçtikten sonra yavaşlamaya başlarsın böylece bir oraya bir buraya doğru sürekli düşersin.

Ama tabiki bu bir rüya olduğu için böyle bir kazma işlemi gerçekleştiremedim ben. Dolayısı ile kalkınca elime e-kürek olarak da bilinen, ya da bilinmemesine rağmen bilinmesinde sorun olmayacak olan, ki bilmemem ayıp değil, öğrenmemek kayık, meeeaaauzu aldım elime ve hemen Talleye’ın google tribi olan “kazacaksın kazacaksın nereyi kazacaksın, ayaanı yerden kesçem senin dibine gideceksin” bölümünden kazımı yaptım baktım ki ohoo okyanusların ortasına çıkıyorum. Siz de bir yerden kazarsak arkadan nereden çıkarız olayını merak ediyorsanız hemen şu adresten kazınızı yapın.

Uglydance.com ile Eşine Dostuna Dansettir, Yetmezmiş Gibi Facebooklarda Paylaş Ya da Üleştir!

Aynı eşim gibi, internet de gebe, ama eşim oğluma gebe, peki internet nelere gebe? İnternet türlü olaylara gebe, şimdi saydırtmayın bana ama bugünki gebeliğin ardında sıklamen rengi güzelliğinde bir flash sitesi mevcudiyet buluyor. Kısaca özetlemek gerekirse, ki gerekmez çünkü yazının başlığından daha kısaca özetleyen varsa beri gelsin, boru alsın!

Bir tanıdığınız önden çekilmiş bir fotografını upload etmemize müteakip site bize bu fotodaki suratı bir maskeye oturtmamız konusunda ısrarcı oluyor ve orayı da alıp dansçı avatarımızın kellesi haline getiriyor. Daha sonra 4-5 adet farklı modasal kılığı kimseye giydirtiyor ve ondan sonra da linki veriyor. Tabi işin interaktif kısmını sona sakladım. Aşşağıdaki butonlara meeeeaaauz ile kaktırmak sureti ile arzu edilen figürler, mankenine nakşediliyor. Bakınız ben burada kendimi mannequin etmişim!

 

Cloud GirlFriend: Ne Desem Boş XD

Tüm dünyadaki meslekleri 2ye ayırabiliriz basitçe. Bir ürün satanlar ve bir hizmet satanlar olarak.Peki yalan satanlar? Hatta bu yalanı size en başta söyleyerek satanlar? Ve müşterilerinin zaten bu YALANA para ödeyecek olması?

Şimdi bu yazıya konu olan sitenin sattığı şeyin bir yalan olduğunu biliyoruz peki ama ne yalanı? Tabiki yalandan kız arkadaş! Vaad hem basit, hem üzücü, hem korkunç ve aynı zamanda yeterince komik, ki bloglarıma girmek için altın anahtar bu. Site henüz açılmadı ve şu anda invite edilmek isteyenlerin email’lerini topluyor. Açıldığı zaman yapacağını iddia ettiği şey ise şu: Size facebook’da kız arkadaş oluyor! Üye olurken ideal kız arkadaşta aradığınız özellikleri yazıyorsunuz ve hooop! istediğiniz sosyal network’te, ki bu da facebook olacak muhtemelen, sizin kız arkadaşınız oluyor. Sizinle etkileşime geçiyor ve sap arkadaşlarınız da sizi kıskanıyor! Evet internet üzerinden satılacak en orjinal ve acayip şeylerden biri de böylece icat edilmiş oldu! Yap kendine sahte bir manita!

Telefon Rehberini Alıp Heykel Yapan Adam!

Sonra ev arkadaşım berk ile ben ne kadar saçmalık varsa evin duvarına yapıştırmaya başladık. Bunlardan biri de bizim telefon rehberi diye bildiğimiz, Yellow Pages’in giriş sayfasındaki Jon Lovitz yazısı idi.

Bu yazı kısaca herhangi gerçek bir kitabı yazmış olan bir yazarın o kitap ile ilgili yazdığı bir metindi ama kitap Yellow Pages olunca durum tam da “lan bu amerikalılar ne mal adamlar ya” muhabbetlerine konu olacak cinsten oluyordu. Şu an tam hatırlamıyorum ama Joh Lovitz bazen günlerce uyumadan, yemek yemeden yazdı, yazdı, yazdı… falan gibi laflar vardı. Lan telefon rehberi nesini yazıyosun denyo tıhıhhıı dye gülüyoruz biz. En kült laflarıda fosforlu kalemle çizmişiz falan.

Az evvel bu yazıyı yazmak için o metni bulayım dedim, bulamadım ama ne buldum. Meğer o bir marketing campaign’miş. Meğer böyle bi manyaklık yokmuş. Meğer o hikayedeki mal bizmişiz. Berk bunları okuyorsan sen de sayı ile kendine gel. 1,2,3.

Ama Long-Bin Chen’in tüm bu olanlarla ilgisi ne? İlgisi yellow pages tabi ki. Bu abimiz alıyor rehberleri üstüste dizip bunlardan heykel yapıyor. Buna benzer birşeyler koymuştum bloglarıma daha önce ve fakat bu engelliyor mu? Gördüğünüz gibi engellemiyor. Alın toxelden bakın siz de, elin oğlu ne yapıyor çekik gözü ile, bize de oha demek kalıyor…

Simetrik Oldu mu Surat, Daha mı Güzel Olur Suret diye Soruyor Echoism!

Nicole Kidman.
Dedin mi duracaksın.
Durdun mu diyeceksin.
Kafanda kuracaksın.
Redife vereceksin.

Bakkalda manavda bir bilimadamı ile karşılaştığımız zaman bize hemen “güzellik simetridir, yüzleri simetrik olan insanlar daha güzeldir” falan gibi demeçler verirler. Bunu türlü yerde okumuş, seyretmiş de olabiliriz, ki Julian Wolkenstein isimli arkadaşımız da bu önermeyi teste tabi tutmaya karar vermiş. Bir wolfenstein hastası olarak da soyadına hasta oldum bu arkadaşın ama sonra baktım ki wolfenstein değil de wolkensteinmış, o yüzden hastalık kendini hafif kırgınlık ve genel yorgunluk haline bıraktı, onu da aradan haber geçeyim.

Echoism ise bu projenin dallanıp budaklanmış halidir. Siteye giriyorsunuz ve bir webcam ile ya da artisseniz iPhone aparatı yardımı ile (ki kendi App’i var) fotografınızı çekip simetriğinizi oluşturabiliyor ve internetlerde yayınlatabiliyorsunuz. Ondan sonra da başlıyorsunuzu düşünmeye, acaba simetriğim benden güzel mi oldu yoksa çirkin mi oldu diye? Kendinizi simetrik ya da asimetrik olarak mı daha çok beğeniyorsunuz? Bu sorunun yanıtı öğreniyorsunuz. Daha ne? Daha da şu, sizin gibi kendini simetrik etmiş insanların fotograflarını görüp “ba ba ba” diye konuşmak da mümkün. Echoism et benliğini buradan!

Ah O Ofiste Ben Olsaydım…

Çoğumuz her sabah kalkıp işe gideriz, azımız gitmeyiz. Bu azımızın bir kısmı evde çalışmak gibi süpersonik bir olaya imza atarlar. Bu imzayı ben de attım bir süre. Evde olduğun zaman disiplin olayı zordur ama en iyi ofis evdir. Donla çalışma imkanı tanır. Tuvalete gidince sorun çıkmaz. Öğlen uykusu gibi çocukken kıymetini bilemediğimiz bir mevhumu hayata geçirebilirsiniz.

Ama dediğim gibi çoğumuz bir yere gideriz çalışmak için ve bir ofiste falan geçiririz hayatımızın önemli bir kısmını. Mesela ben şu anda Yalova yolu, MedyaS tesislerinde bir odada duruyorum. Odamdan memnunum. Klimam var, televizyonum var, masam ve 2 adet koltuğum var. Bir de dilhun öğretmen bir oda bu kadar boş olmasın diye 3 tane çiçek koydu masaya. Sorun çıkarmadım. Kısacası odamdan memnunum ama bu yazıya konu olan ofisler var, ki bazıları için cinayet işlenir.

Ulan şu an şuna dikkat ettim ben yazıları daha dikkatli yazmaya başladım ya. Okuyup düzeltmeler falan yapıyorum. Manyak mıyım lan ben? Bu blogun olayı o kadar hızlı yazayım ki, 3 saat sonra kendim okuyunca ben bile bilemeyeyim ne yazdığımı idi, sonra ne oldu? Ben sana söyleyeyim ne oldu. Son zamanlarda çok hit aldım. Hatta rekorum 1000’e dayandı günlük, ben de kendimi adam sandım, ciddi oldum. Vay vay vay…Bu ne pis bi uyanışmış kardeşim! Ne oldum delisi olmuşum ben adeta. Nerede eski yılışık, yarı trol, yarı kerpiçten ve tezekten oluşan, konuyu bir şekilde kültürel mirasımız sucuğa dayayan yazılar, nerede bu yeni yazılar? NEREDE LAN!

Herneyse şimdi durduk yere iç hesaplaşmamı dışavurup olaylara girmeyelim. Ayrıca ibrahim tatlıses olayı beni vız gelip tırıs geçiyor, onu söyleyeyim. Japon depremi ve nükleer santral patlamaları ile daha fazla ilgili görünüyorum (ama onlarlada çok ilgilenmiyorum).

Konu dağıtma konusunda yaysat gibi ülkenin heryerine dağıtan bir yapım var resmen. Hangimiz istemez böyle bazı ofislerde çalışmayı ha? Söyle bana okur? Benim favorilerim haliyle inventionland ve cartoon network oldu. Gerçi cartoon network’ün cubicle’ları ufak ama kıçımdaki çocuğa hitabet sanatı. Ayrıca autodesk’in ofisleri sanırım render ki 3dsmax’i yapan adamlardan da başka ne beklenir??? Hollanda’daki Discovery Channel’da acayip. Şimdi linki verip, takı tasarımı yapacağım.

Andre Michelle Flash ile Negzel Şeylere İmza Atıyor!

Biz notaları Do Re Mi diye fransız hesabı biliriz. Ama aramızdan gitar çalan insanlar bunları bir de A B C diye ingiliz usulü de bilirler ve büyük ihtimalle ilk kez genç yaşlarında LaMinör’ün adını öğrenince kendi aralarında tıhıhı tıhıhı diye gülüşürler. Aynı durum bu sitenin adında da yaşanıyor, çünkü site Andre Michelle adında bir arkadaşın ve sitenin adı am laboratory.

Abimiz adeta actionscript’in dibine vurdurup oradan geri çekmiş adeta, ve evet biliyorum bu cümlede 2 kez adeta dedim ama hakediyor be hocam! Hatta bugün kullanacağım tüm adetalar arkadaşa feda olsun! Actionscript ve ses konusunda master yapan bir elektrik veriyor bana, alıyorum o elektriği ondan. Bakın projelerine, altında ileri-geri kısmı var. Acayip süper şeyler var. Commercial ürünlerin testlerinde ortaya çıkan bu ürünler ilk anda güzel gözükmüyor ama bazıları varki kurcalamaya başlayınca hasta ediyor. Dar alanda meaaauz eskitiyor adeta! Adeta linke gel sen dahi anlamındaki de.

Irina Werning: Back to the Future Fotograflar!

Bir fotograf photoshop’lu olabilir. Peki neden olur bu böyle? Arzu edilen bir görünümü yakalamak, ya da arzu edilmeyen bir görünümden kurtulmak için değil mi? Burada ufak bir ara verelim ve Douglas Adams abizimizin Otostopçunun Galaksi Rehberi isimli ultrakomik kitabından robot marvin’in başına gelen ufak bir anı ile devam edelim. Bunlar zaman makinesi ile geçmişe giderler ve marvin’e derler ki, “sen 2 dakka dur burda biz geliyoruz şimdi”. Sonra marvin’i unutup zamanda yine ileri giderler, yani geleceğe geri dönerler, sonra bi bakarlar marvin hala orada. Nerdesiniz abicim ya 100.000 yıldır bekliyorum sizi der marvin.

Evet insanların fotograflarını fotoşoplar ile daha genç, daha yaşlı, daha az sivilceli, daha az şişko falan gösterebilme teknolojimiz var. Ama buna gerek kalmadan yapacağımızı yapsak ne kadar da güzel olmazmıydı diye düşünümüş olsa ki Arjantin’li Fotografçı Irina Werning, böyle bir yolun yolcusu olmuş. Ne zaman bir eve girsem, o evdeki eski fotograflara bakmaktan kendimi alamıyorum and olsun diyen Irina en sonunda almış bu insanları ve yıllar öncesinden kalan fotografları ile aynı kılıklarda aynı pozda fotograflarını çekmiş ve ortaya böylesi nezih bir çalışma çıkmış. Ben baktım ve ağladım. Bu sıralar duygusalım çünkü, hamilelik böyle birşey. Alın sizde geleceğe geri dönün, ya da almayın.

Leong Huang Zi “Story Unfolds” Diyor!

Kabul ediyorum, işime geldi son zamanların çoğu yazısını oyunlara dayamak. Hem kısa zaman alıyordu, hem de özellikle Dragon Age severek oynadığım bir yapımdı. Ama buna bir dur demenin vakti geldi. Gerçi yakında yine bir takım süper oyunlar yayınlanacak ve ben hemen onları da buraya ekleyecem ama bu blogun varoluşsundaki amaçlardan biri olan severük biz yeau tasarıklarına da gereken özeni gösterelim değil mi?

Bak işte Malezyalı arkadaşımız Leong, hatta bundan 1 sene önce, ortaya negzel negzel diyeceğimiz bir konsept kitap mağazası koymuş. Sadece mağazayı değil, her türlü basılı, multimedia olaylarını da projeye dahil etmiş. Posterinden, bilgisayarda duracak screensaver’ına kadar…Herşeyi de, adı üstünde, hikayenin açılımına başlayıp, o açılımı da origamisel formlara dayamış. Bir bütün olarak hadi biz de böööle kitapçılara gidelim yeaaa dedirtecek bir proje koymuş ortaya. Renkleri, fontları, formları, bütünlüğü, herşey işte böyle olsun herşey yaaaa dedirtiyor bana. Bak Leong’un site burada / Bak Story Unfolds u buradan buldum