Bir Bloğa Daha Veda Ederken Yapımda ve Yayında Emeği Geçen Herkese Teşekkür Ediyorum [(Ya da Kral Öldü Yaşasın Yeni Kral) (Veya Her Son Bir Başlangıçtır) (En Olmadı, Artık Kendi Domainime Geçiyorum be Gamsız)]

2 senelik bir beraberlikten sonra artık kendi domain’ime geçmenin zamanı geldi de çattı!

Evet bu blogdaki son yazımı yazarken açıkçası duygulandım, sanki bi bok oluyormuşçasına. Oysa ki http://www.cenkozmercan.wordpress.com ölürken, www.cenkozmercan.com ve www.cenkozmercan.com/blog gibi spektaküler varyansları doğuyor. Her blog yazarının belli bir noktada geçtiği bu eşiği izin verin salonda TV karşısında tembel tembel yatan, ama çişi olan adama benzeteyim. Nasıl ki blog yazarları sürekli olarak kendi domainlerine geçmek isterler ama üşenirler, o adam da yatar orada kanepede. Bilir ki kalkacaktır yapacaktır çişini bundan kaçış yok, ama üşenir, erteler, 2 dakika daha tutmaya çalışır…Sonra bir anda ayaklanır ve gider yapar çişini. Yaparken hem rahatlar, hem de duygusal anlar yaşar. “İşte bir çiş daha yapıldı, klozetin karanlık sularına doğru özgür adımlarla ilerledi” diye düşünür. Arkasına yaslanır, 100.000 kez okuduğu aynı şeyi okurken tuvalette ama aklı hala o narin çişindedir. “Evet onu işedim, işemeliydim” der heyecanla, “Ama bu demek değil ki onu sevmedim.” diye ekler. “Her çiş benim için özel, her çiş benim bir parçam, her çiş beni ben eden, DNA’mın temsilcisi…vuslatla…sevgiyle…güzel anılarla…” Boğazı düğümlenmiştir artık, zorlukla nefer alarak devam eder “Ama her çiş bir son olduğu gibi, bir başlangıçtır da…Elveda sana, yolun açık olsun değerli üre”

Yoksa siz böyle vedalaşmıyor musunuz olm çişinizle? Hele halk tuvaletinde ardından bir tükürük ile arkadaş vermiyor musunuz onun yanına ha?

Evet bir veda yazısını ancak bu kadar bok edebilirdim ve ettim nihayetinde. Bir nevi ağlama palyaço, makyajın bozulur mu yapıyorum yoksa? İçim kan ağlarken böyle ipe sapa gelmez yazılarla göz yaşlarımı mı saklıyorum yoksa? Yok lan o kadar da değil ama resmen biraz garip hissediyorum.

Kısacası dün gece ani bir kararla kendi domainimi alıp, bir türlü bitiremediğim showreel sitemi ve blogumu oraya geçirmeye karar verdim. Saat gece 10 gibi falan. Sabaha karşı işin çoğu bitmişti. Hala upload etmem gereken 500 mb falan video var ve oradaki blog içerik olarak çok dımdızlak gözüküyor buraya göre ama herşey zamanla…

Son olarak bugün itibarı ile bu sitenin 2 senelik istatistiklerinden bir demet sunayım da, siz okurlar nasıl insanlarmışsınız biraz daha iyi anlayın haha.

786 yazı, 2,218 yorum (402 adedi benim cevaplarım), 260 follower sonrası aşağıdaki istatistikler oluşmuştur:

1) Açıldığı 2010 ocak ayından itibaren bugüne toplam hit: 212.772
2) Bunların 2010 yılında olanları : 46,103 ; 2011 yılında olanları: 159,197 ve 2012’de ocak 23’e kadar 7,557.
3) En çok hit alınan ay 2011 mayıs: 16,782, En az hit alan ay: 2010 Ocak: 1044 (gerçi bu 12 gün falan ama herneyse)
4) Gün başına ortalama 2010 senesi: 133, 2011 senesi: 436, 2012 Ocak: 334
5) En çok hit alınan gün 30 Eylül 2011: 1,382.
6) Toplamda en popüler yazılar 27.032 hit ile Haxball Taktikleri & İpuçları,  2. Heroturko Yasaklanınca Gidilecek Site Yeni Heroturko Sitesidir! (15,429) 3. Mafia 2 Skid Row Crack Fix – Sağlık Düşme Sorunu Çözüldü… (13,407)
7) İnsanları bu bloga getiren en popüler arama terimleri: 1) Haxball (15,165) 2) Heroturko (11,597) 3) PPVRIP Nedir (4,145)
8) Buraya en çok insan gönderen siteler: 1)Arama motorları (25,046) , 2) Facebook (2,170), 3) alphainventions.com (474)
9) Bu siteden en çok gidilen siteler: 1) byhero.com (6,190), 2) gfxtra.com (5338), 3)rlslog.net/mafia-ii-crackfix-skidrow (4853)
10) En çok yorum alan yazılar : 1) Haxball Taktikleri & İpuçları (91), 2) AsMerkez Outlet Bursa’nın Yıldızını Seçiyor Jenerik (38), 3) CV (38)

İlginç olaylar olan yazılar

1) Bin kez anlatmama rağmen insanların sürekli aynı soruyu sordukları (“Beni de programa çıkarın”) yazı : Değişime Hazır Mısın Teaser
2) Yorum yapan en ünlü kişi : Crytek – Cevat Yerli Crysis 2’yi Orjinal Alıyoruz
3) Yorum yapan en ünlü kişi runner-up: Heroturko Heroturko kapanınca gidilecek site yeni heroturko sitesidir
4) Mahkemeye verilmekle tehdit edildiğim contraversial yazı : Rezalet: İkbal sucuk
5) Toplamda kullanılan tema sayısı: 3.

Evet arkadaşlar, bu istatistiklerden sonra artık ufaktan kapatıyoruz. Yeni sitelerimin adreslerini bir kez daha vererek (showreel: www.cenkozmercan.com / yeni blog www.cenkozmercan.com/blog) http://www.cenkozmercan.wordpress.com’a da elveda diyelim. Ama durun ya, son olarak bu sitenin son 5-6 ayda neden bu kadar az update edildiğini göstereyim size, hak vereceksiniz.
Kuzey Wallpaper

İnternet Neden İnsanın Sahip Olup, Olabileceği En Önemli Şeydir.

Hayvandan farkı nedir insanın diye sorulduğunda bir çoğumuzun cevabı “beyin”, “zeka” vs olacaktır ve bunlar belli bir noktaya kadar kabul edilebilir yanıtlar olsa da, bugün ben biraz daha farklı bir cevap verip bunu “internet’in neden günümüzde insan için dünyanın en önemli şeyi olduğu” noktasına getirmeyi planlıyorum. Kafamda net olan bir konu olsa da, yazıya tam olarak dökebilecek miyim, emin değilim. Konudan konuya hızla atlama eğilimim bakalım beni yenecek mi…

Eskiden bir makale okuduğumu hatırlıyorum, yine bu soruya farklı bir yanıt veren. Ve o makalenin yanıtı bugün bir çoğumuzu şaşırtacak olsa da “baş parmak” idi. Derinlerine girmeye gerek yok diyerek ana fikirden farklı çok fazla birşey hatırlamadığım gerçeğini gizlememe izin verin, ama kısaca o yazının üstüne kurulduğu mantık şu idi: “Başparmağımız sayesinde nesneleri elimize alıp, onları istediğimiz gibi kontrol edip, kullanabiliyoruz.” Dolayısı ile taşdevri insanı eğer eline bir sopa alıp, bunun ucuna sivri bir taş takmayı beceremeseydi, çakmaktaşlarını birbirlerine sürterek ateş yakamasaydı, kısacası ilkel aletleri yapıp kullanamasaydı, insan belki de bundan onbinlerce yıl önce soyutükenmiş türlerden biri olarak tarihteki yerini alacaktı. Burada tabi ki o aletleri yapmayı, beraberce yaşayıp takım oyunu içinde avlanmayı/hayatta kalmayı “akıl etmek” önemli, ama akıl edip de sadece fiziksel olarak bunları beceremeseydi ne olacaktı? Kısacası ilkel yaşam şartlarında cisimleri eline alıp, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği aletlere çevirmek, başparmak olmadan imkansızdır. Ve bu yüzden de ilkel insan için başparmak beyinden önemlidir diye bir önermesi vardı o yazının.

Gelelim benim cevabıma. Ama tabi o kadar hızlı değil :) Yine bir soru sormama izin verin. Varsayalım ki bir köpek var, adını tartışmamızı kolaylaştırması açısından “Zibidi” koydum şu an. Ve bu Zibidi diyelim ki, türlü sebepten dolayı (uzaylılar DNA’sı ile oynadılar, radyoaktif bir örümcek tarafından ısırıldı, CIA/NASA çalışmaları sonucu ortaya çıktı…vs) insan kadar zeki. Herhangi bir insanın yapabileceği herşeyi, konuşmak da dahil, yapabiliyor. Bir bilgisayara dikte ettirerek yazı yazabiliyor, ona özel yapılan bir arabayı kullanabiliyor, matematik desen difransiyel hesaplarına bana mısın demiyor…Bu bir mucize olurdu değil mi? Ama kimin için? Biz insanlar için tabi ki. Üzerinde testler yapılması falan gibi olasılıkları bir kenara atalım, Zibidi’yi TV programlarında görürdük, çeşitli seminerlerde karşımıza çıkardı, dergi ve gazetelerde hakkında yazılar, röportajlar okurduk. Tahmin ediyorum adına dini tandanslı bir kült falan da kurulur, müridleri falan olurdu.

Ama bir köpek olarak Zibidi’nin köpek ırkına ne kadar faydası dokunabilirdi? Cevap veriyorum : SIFIR! Zibidi bildiklerinin hiç birisini herhangi normal bir köpeğe öğretemezdi. Zibidi sayesinde diğer köpekler konuşmayı falan öğrenemez, zeka ve kültür geliştiremezdi. Ve Zibidi bir rockstar gibi yaşar, daha sonra da ölür giderdi. Bir anomali, bir ütopik istisna olarak hatırlanırdı, biz insanlar tarafından…Tahmin ediyorum müridleri “3000 yılında geri gelecek” falan gibi şeylere inanmaya devam edebilirlerdi, o ayrı…

Bir kısmınız konuyu sadece bu örnekten yola çıkarak nereye getireceğimi anladınız (diye umuyorum) ama üstünde konuşmaya devam edelim biz yine de. Aynı durumun insanlar için geçerli olduğunu düşünsenize. Hepimizde yine “beyin” var, hepimiz yine “bildiğimiz kadar şey biliyoruz”, hepimiz yine “olduğumuz kadar zekiyiz”, ama bir insan diğerine bu enformasyonu geçiremiyor! Gün geliyor, Yeni Zelanda’dan birisi Tanrı parçacığı olarak ünlenen Higgs Bozon’unun varlığı ispat etti ama bunu diğer insanlara aktaramıyor, aynı Zibidi’nin kendi bildiklerini diğer köpeklere öğretememesi gibi…Süper sicim teorisi sonuca ulaşmak üzere…ama ne yazık ki Yeni Zelanda’lı dostumuz bu yolda yanlız. CERN’dekilere bu bilgiyi ulaştıramıyor, ve hatta CERN falan diye bir yer de yok çünkü İsviçre diye bir yer yok! Çünkü dünyada ülkeler yok, sadece beraber yaşayan primitif insan klanları var (ona da umarım var diyelim). Peki nerede bu onbinlerce yıllık insan uygarlığı? Kısaca söylemek gerekirse uygarlık denilen şey üstüste konulan bilgi birikimi olduğu için ve insanlar birbirlerine kendi öğrendikleri/bildikleri/anladıkları informasyonu gösteremediği için hiç bir zaman oluşamayacak. (Peki Yeni Zelanda nasıl var? diye soranlar beni bulursa onlara kola ısmarlıyorum :P)

Yukarıdaki örneğe karşı çıkanlar olacaktır. “Eğer olduğumuz kadar zeki isek, Yeni Zelanda’lı arkadaşımızın (keşke ona da bir isim koysaydım :)) bu bilgiyi diğer insanlara geçirceğini iddia edeceklerdir, ki benim de bu yazıda bahsetmek istediğim şey tam olarak da bu aslında. Evet, bilinen evrende, zeka ve uygarlık geliştirmeyi başarmış, üstünde yaşadığı gezegenin dominant türü olarak insanız biz! Bu yüzden kendimizi çok önemseme gibi hafif hastalıklı bir eğilimimiz da vardır ama “bizi insanlık olarak biz” yapan şey, zekamızdan daha çok bilgiyi paylaşma becerimizdir!

Edison ampülü icad eder (Tesla konusuna hiç girmiyorum ne yazık ki:( ) hepimizin evinde ampüller yanar. Ford otomobil yapar, tüm insanlar araba kullanır, Fleming penisilin’i icad eder, milyonlarca insanın hayatı kurtulur…Örnekleri artırmamak için kendimi zor tuttum bu noktada :).

Kısacası konu “insanlık” olduğu zaman, sadece ama sadece 1 kişinin herhangi bir konuyu çözmesi/icad etmesi yeterlidir. Çünkü hemen bu bilgi paylaşılır ve tüm insanın yararına (zararına da olarak okuyabilirsiniz bunu örn. Oppenheimer ve Manhattan Proje’si gibi) kullanılır o bilgi. Bizi işte Zibidi’den farklı kılan asıl şey budur.

Sanırım üniversite yıllarında, bir yerlerde “Öklid’yen olmayan geometri” gibi birşeyler okumuştum ya da duymuştum. Çok merak ettiğimi hatırlıyorum, nasıl olabilirdi de bir üçgenin iç açıları toplamı 180 dereceden farklı olabilirdi? Matematik konusunda uzman falan asla değilim, hiç de olmadım, ama sadece bu üçgen sorusu bile beni çok meraklandırmıştı. Bursa’nın en büyük kitapçısı olan Altıparmak’taki Haşet Kitapevi’ne gittiğimi hatırlıyorum. Matematik kitaplarının olduğu bölümü dolaştım ama konu ile ilgili hiçbirşey bulamadım. Çalışanlardan birine sorduğumda ise “Matematik kitapları orada, varsa oradadır” cevabını aldım. Daha sonra 3-4 farklı kitapevini dolaşmama rağmen hiç bir kaynak bulamadım ve o merak da içimde patladı.

Bu olay 94-95 yıllarında falan oluyor, yani insanlık epey gelişmiş bir noktada diye düşünebiliriz. Şimdi de Newton’un dünyasını düşünün, ya da Galileo hatta Kopernik’in…Evet bir insan uygarlığı var. Feodal rejimler, şehirler, krallıklar falan olsa dahi, mağaralarda yaşayıp herkes kendi yemeğini avlamak, ekmeğini pişirmek zorunda değil. Veriyor parasını alıyor ihtiyacı olan şeyi, kısacası günümüze çok benzeyen bir sistemde yaşıyor insanlar, teknolojik olarak geride de olsalar. Ama herkes kendi dünyasına mahkum, %90’ı için bu dünya da içinde yaşadıkları mahalle ve şehirden ibaret. Çin’de birşey icat ediliyor, bunun Avrupa’ya gelmesi on yıllar alıyor, ki o da günlük hayatı değiştirecek bir bilgi ise. Bugünkü fiziğin ana problemi olan “Kuantum mekaniği ve Görelilik arasındaki uyuşmazlık” gibi, belki de bin yıl içinde insan ırkını kurtaracak ama günlük olarak hiçbir işe yaramayan bir bilgi ise sadece ve sadece önemsiz!

Geçmişten günümüze ismi kalan önemli bilimadamlarının hemen hepsi bir lord’un, arşidük’ün yanına kapağı atmayı başaran insanlar. Bilime meraklı olan bu soyluların aynı zamanda bu işle uğraşabilmek için paraları da var. Zamanının isim yapmış bilimadamları (bazen ne yazık ki astrolog olarak – astronom ile karıştırmayın!) da soyluların yanında günlük işlerle uğraşıp para kazanmak zorunda kalmadan, kendilerini bilimsel araştırmalara adayabilmişler. Bazen birisi kalkıp Macaristan’dan Almanya’nın bilmem ne düka’lığına gelmiş, ki orada konu ile ilgili diğer bir önemli bilim adamı ile tanışsın, onun bildiklerini öğrenebilsin diye. Bazıları diğerlerinin öğrencisi olmuş, notlarını okumuş, temize çekmiş, ustasından öğrendiklerini kitap haline getirmiş vs.

Bu adamların bundan yüzlerce yıl önce ortaya koydukları çalışmaların, onların günlük hayatında hemen hiçbir yararı olmadığı gerçeğini de unutmayın. Kimse kalkıp bugün facebook’u icad edip, 2 sene sonra milyar dolar falan da kazanmıyor yani.

Umduğumdan uzun, sandığımdan kısa bir yazının sonunu ise şöyle getirebiliriz. Bilgi paylaşımı, insan için -özellikle günümüz ortamında-, en önemli şeydir. Burada hem tüm insanlıktan, hem de tek bir birey olarak insandan bahsediyorum. Günümüzde internet sayesinde, bundan 20 sene önce öngörülemeyecek şeylere imza atılmakta. İnsanlar dünyanın farklı yerlerinde aynı proje üzerinde çalışabilmekte, gerçek zamanlı olarak konuşabilmekte ve sanki aynı noktadaymış gibi yapmaya çalıştıkları şeyi yapabilmektedirler. Bu tarz bir çalışma ortamının “insanlık” adına yararlarını saymaya çalışmayı bile, suyun neden ıslak olduğunu açıklamaya çalışmak kadar yersiz buluyorum. Aynı zamanda bireylerin internet üzerinden dünya’nın bambaşka bir yerinden bir iş bulup oraya taşınmalarını, evlenmelerini vs. dahi düşünebilirsiniz. Hem insan, hem insanlık için örnekler sonsuz. Kısacası bilginin gerçek zamanlı olarak paylaşılabilmesi, bugün insanın en önemli becerisi ve silahıdır. Bir tahminle de bu yazıyı sonlandırayım ki, eğer internet 100 sene önce kullanılıyor olsaydı, dünya çok daha farklı bir yer olurdu. Mars’ta bir kolonide falan okuyor olabilirdiniz mesela bu yazıyı şimdi.

Fark İletişim Yönetimi Web Sitesi

Fark, takip edenler bilir, yakın zamanda astv’den ayrılan Dilhun ve Burcu’nun yeni şirketinin adı. İletişim yönetimi, marka yönetimi, medya ilişkileri, etkinlik ve organizasyon başta olmak üzere birçok konuda yılların tecrübesini konuşturacaklarından eminim, ki daha şimdiden önemli bazı projelere başladılar bile. Ama bugünkü konumuz benim epik bir şekilde 1 günde yaptığım web siteleri :D

Dillun öğretmen, ki hem bir müdür hem bir ana herşey oldu o bana, günlerdir “Cenk ne oldum bizim websitesi” diye kibarca belirtiyordu. O kadar kibardı ki, bunu aslında dile getirmiyordu, ama ben anlıyordum haha. O kadar anlayışlıyım işte. Sonra dün akşam “ben napıyorum lan” dedim ve elimdeki M16A4 Assault Tüfeğini yer koydum. Ki bu nezih silah saniyede 925 mermi atan, doldurması 2 saniye süren, 3lü burstler ile ateş eden, hem yakın hem de uzun menzilde çok etkili, kafaya 1.4 çarpanı ile vuran güzel bir arkadaş olmuştu kan ile yazılmış destansı COD4 oyunumda bana. Artık dedim, alnımdaki kanı ve teri silip, sade ama zevk ile döşenmiş, basit ama komplike hisler yaratan spektaküler bir site yapma zamanım geldi de geçiyor.

Çünkü bu markaya borcum var benim. Sadece logolarını yapmamış aynı zamanda isim babalığı görevini de üstlenmiştim! Ve dağ fare doğurdu ama mickey mouse gibi, ya da A4X7 gibi süpersel bir fare ve siteyi sabaha karşı 7:30 gibi upload ettim. Gittim bir süp yiyip yattım.

www.farkpr.com

Yeni PC Aldım (Rage Failed to Create XAudio2 Engine Sorunun Çözümü + Vsynch Sıçmasının Sıvanması)

Intelin sahibi demiş ki 18 ayda bir pc’ler 2 katı hızlanacak deyince o zaman demişler ki haaa demişler bu adamcağızın adı “moore” o vakit bu oluşumun adını Moore Kuralı koyalım demişler. Haa aradan yıllar geçmiş ne olmuş? Bu kural bir komodor64 ejderi gibi orada duruyor. Bir diğer önemli olay ise pc’mizi soğuk tutmamızın gerektiğidir. Ona fan takalım. Fanta ise takmayalım, onu klavyeye dökeriz.

Evet artık bilgisayarlarım 4 yaşına gelmişti o zaman artık yeni bir bilgisayarlar alma zamanıdır diye düşündüm. Bir süredir düşünüyordum ama karım izin vermiyordu. Onun gönlünü kazandım ilk olarak. Milföy hamuru ile börek yaptım. Bu sorunu da kolayca hallettikten sonra gittim bir config yaptım liste olarak yazdım ve bilgisayarları alacağım dükkanlara gittim. Bu liste önemli çünkü alışveriş esnasında bir listeye uygun alışveriş yapılmadığında lüzumsuz şeyler ile eve gelinebiliyor mesela Güç Kaynaa alıp eve geliversem ne olacak? Ayrıca alışverişe aç karna çıkarsan herşeyi alırsın onu da bil.

Yeni bilgisayarı alınca hemen ilk iş son zamanların en kanırtkan oyunları denenir. Hemen denedim. COD MW3. Çok güzelmiş. Hele spec ops kısmında survival oynamak zevkli ama konu o deil. Konu RAGE!

Tabi biz Carmack yalakası bir insanız. Dolayısı ile idsoft ve Bethesta’nın isimlerini görünce dizlerimin mafsallarımız çapraz bağlarımın adeleleri yımışamıştı. Oooo demiştim, işte teknoloji ve hikaye içiçe girip voltranı oluşturan bir oyunu oluşturan bir oyun karşımızda! LAN çok güzel olacak bu. Ama sonra ortaya çıkmasın mı ki, aa bu oyun birton BAG ile piyasaya sürülmesin mi bu komşu ha? Evet öyle. Sonra tabi ben direk kurdum oyunu ve çalıştırmaya çalışınca da bir de ne görsem! aha bir hata mesajı ve bana diyor ki “Failed to create XAudio2 Engine Install DirectX”….Alllaa alaaaaa belamısın nesin? Bunun üzerine hemen şu adımı attım ve gittim oyunun kurulu olduğu klasöre ve oradaki DirectX klasörünün içine kendimi attım ve setup’ı çalıştırtarak zaten 11. sürümde olan directx’imi 11.sürümünü üstüne kurmuş olmadım mı? Oldum. Sonra baktım oyun çalıştı ama bu sefer de vsych olarak da bilinen görüntüde yatay senkronizasyon sorunu ile karşılaştım oyun için de! Ba ba ba! Yani görüntünün bir kısmı meaaauz’u sağa sola oynatınca ekranda yırtılıyor gibimsi sıçkı yayıyordu! Ve koku yapıyordu!

Hemen bunun üzerine baktım video ayarlarında vsynch ile ilgili bir oluşum yok. O zaman dedim hemen ekran kartımın control panel’ine bakayım orada olabilir dedim ve Nvidia ekran kartının Manage 3D Settings – Global Settings – Vertical Synch kısmına geldim ve FORCE ON dedim bir Jedi gibin. Sorun çözüldü. Koku kalmadı. Artık kendimi tamamen kıpçak özbekçesi öğrenmeye adayabilirim.

V-Ray Aç Kollarını Sana Geliyorum!

Saat gece 3:57. Ben bu gece uzun zaman önce girmiş olmam gereken v-ray render işine kor halinde bir Bursa Bıçağını(tm) tereyağından kıl çekercesine, tereyağına batırıyorum. Tereyağının üstünde kıl var. Onu çekiyorum bu kor haline gelmiş Bursa Bıçağımla(tm) ve o kadar kolay oluyor ki bu. Adeta tereyağından kıl çekercesine…Tüm bunları dedikten sonra diyorum bu deyimi bulana 2 çift lafım olacak. Hay ben senin örneğine sıçayım. Tereyağından kıl çekmek kesin çok zordur gerçekte. Şu an düşünüyorum da yapışır falan tereyağa bu, tırnağınla kazımak zorunda kalırsın, tırnağının içine tereyağ kaçar, kılı tutsan da çekilmez, kayar falan.

Bunu dedikten sonra ara sıra gel cenk çöz şu v-ray’in olayını diye düşünürdüm. Bunu da demiş oldum. Paso diyorum bişeyler bak. Sonra biraz internet kurcalaması sonrasında hemen ultrasonik bir bar sandalyesi, bir kakafonik bar masası modelledim. Ve bastım Vray’in tuşuna. Sonra da aldım photoshop’a sağlı sollu giriştim. En sonunda da bu bilgiyi interweb ortamında paylaşayım dedim. Al bak bi günde bu kadar oluyor.

Ranch Sos’un Hakkını Uzun Süre Yediğime Kanaat Getirdikten Sonra Kaleme Almış Olduğum Tebliğgatır.

Derken kendime geldim. Uzunca bir süredir özlediğim lezzeti ajandama eklemiştim. Sonra hemen aklıma sizler geldiniz, çünkü biliyorsunuz cenkozmercan.wordpress.com gerekirse gurmesel bir blog olabilmeliydi. Zaten yeterince presentıbıl’dı. Direk hal hatır sormaya çekinsede çeşitli göz ve kafa jest/mimikleri ile anlatabilirdi derdini. O zaman ne duruyoruz ? Hemen günümüzün konusu rençsos için basalım entere. Entere entere basalım. Hasadı kasalım, masalı satalım kasabım hesabı bir cümle eşliğinde kakalım enter düşmesine.

… o zaman kurt cobain’e göre “başkası olnaya çalışırsan, kendi olacağın kişiye haksızlık etmiş olmuyorm..falan diye konuşmalara…yada salla lan bunu şimdi bak asıl, bir programlar var televizyonda gündüz evde olduğum için tanık oluyorum bir kısım. Bi tanesi var adını unuttuğum kıvırcık saçlı bir eleman ömer çölakıl mı ne adı. Bunun yanında kesin 2 horoskopçu oluyor. Yine yüksek frekansla medyum ve enterasandır bazen de bilmem ne üniversitesinden bilmem ne profesörü katılıyor ve allahım yarabbim.  Dün bir dinleyici, “benim kızım 16 yaşında ve üvey , biz ona üvey olduğunu söylemedik, acaba ölünce cennette bize mi gelir yoksa biyolojik annesine mi gider?” falan gibi konular derken bu noktada hemen halkımızın davudi katılımcılığını ve konumuz ranch sos hakkında bir köprü kuran jpg ile vatandaş ne diyor’un arasındaki bağlantıyı görelim. Bir blogda buldum ki:

İşte millet soruyor, birincisi nedir bu mercanköşk ve siteyi sunan niye yanıt vermiyor? Elbette ranch’e giden yolda biraz sinirle de olsa sorulması gereken sorular. Ve bunun üzerine de admin yanıt veriyor ve ranch sos yapmayı öğrenmiş oluyoruz.+rep hahahahah.

Tabi kim uğraşır bunu yapmakla diyen bizler ise hemen gidip BurgerKing restoranından alıyoruz şişe ile. Önceden ufak kutu olarak vardı ve yetmiyordu, artık ayrıca var (“ayrıca olmak”  diye de bişi varmış) ve bu yüzden haydi, şimdi 3 kere! Yipiya yeh!, Yipiya yeh! Yipiya yo!

Gerçekten  bence en iyi sostur, öyle barbekü, ballı hardal bilmem neye basar. Ketçap ve mayonezden de klasman olarak üstündür. O zaman bu satırları okumanızı ödüllendirin bak. Gidin alın o sosu. Paddiz kızartmasını banın buna, tiridine. Sonra “lan” deyin “cenkozmercan.worpress.com’un sözünü dinlemekle ne iyi yaptım olm lan” diye bitirin cümleyi. Yok ben önce kesirli sayılarla küfürcü dayılar arasında tümdengelicem dersen, ki diyen oluyor, beni ilgilendirmez. Zaten bu yazı sonunda tanımam seni. Sokakta falan. Bilemem kimsin. Nesin, necisin? Neyin nesisin? Nesirlerime Aziz Nesin’den bir alıntı yaparak son vereyim.
“Hava gerçekten buz gibi lan.”
Aziz Nesin, 1988 Aralık, Kars

PS: Al o rençi bak! Git al.

Türk Müziğinde Kallavi Açılım! (or How I stopped Worrying and Loved Thrown to the Sun)

Tarihi unutanlar onu tekrar yaşamaya mecburdurlar diye bir laf vardır, ki başıma tam da bu geldi bak. Anlatayım. Sene 1990-91 falan, biz çok metalciyiz o zamanlar. Liseliyiz. Hakkını veriyoruz liseliliğin her türlü. Herneyse, o zamanlar İstanbul’da efsanevi Laneth dergisi çıkıyor. Öyle internet falan yok tabi. Metale ve metalciye ait yaşanmışlıkları Laneth’ten takip ediyoruz hahaha. Bi de denk gelirse sahaflardan falan eski Metal Hammer, Kerrang falan bulursak ne ala…

Konuyu yine hafif pembeleşinceye kadar karıştırdım bak. Ne diyodum. Ha biz de gençlik ve liselilikle harmanladığımız metalciliğimizi alıyoruz ve bir underground metal fanzine yapıyoruz. Fikri kuzenim Batu’ya aittir. En başta aklımda ben, Batu, Hasan, Turgut ve Yiğit diye arkadaşlardan da oluşan bir çekirdek kadro kalmış bak, başkası varsa çıkıp cenk hakkımı yeme desin! Daha sonra bi sürü başka adamlar bu projeye dahil olacak ve birgün şu an düşündükçe inanamadığım bir şekilde bir sayının tüm parasını birlikte yemek sureti ile dergiyi batıracaklardır bunlar. Lan ilk parayı biz ortaya koymuşuz, kazandığımız para ile de yeni sayının giderlerini karşılamışız. Şu an hatırlamadığım yaklaşık 10 sayı falan mı ne sonra, sonradan dahil olan bu adamlar dergi parasını harcayıp bitirmiş dergiyi..Vay amına koyim ne mal adamlarız biz değil mi?

Evet işte o dönemler ben de kalkıp bilmem ne grubunun tarihçesi, yok efendim bilmem ne albümünün kritiği falan gibi şeyler yazıyorum haliyle. Bi de adam gibi ingilizce bilen tek adam olarak Metal Hammer’dan falan çeviri yapıyorum. Ya ne yapacaktım ki? Kalkıp heriflerle röportaj yapacak halimiz yok ya hahaha. Herneyse işte ben bu geçmişimi tamamen unutmuştum bak tekrar yaşamaya mecbur kaldım bugün itibari ile ki, Thrown to the Sun diye bir grup çıktı ve “Of Oceans and Raindrops” diye bir albüm çıkardı 2 gün önce…Ben de bunu yazayım dedim. Yazmalıyım dedim. Onu yapıyorum şimdi bak. Gerçi daha hiç yapmadım henüz. 3 paragraf yazdık…hikaye.

Bak yemin içiyorum 2 gündür paso dinliyorum. Lan bir Türk grubu mu dinliyorum yoksa Florida’nın bağları vardır siz bilmezsiniz ho ho ho, Tampa’nın oralarda leb’i derya bağlar, işte oradan kopmuş gelmiş bir grup mu dinliyorum karar veremedim. Yok lan yalan söyledim, ya da söylemiş olabilirim… ben de bilmem Florida’yı…Ama nedense bana insanlar hep “Cenk sen Florida’ya gitmiştin di mi” derler. O beklentileri karşılayayım dedim yoksa Florida dediğin abede’den penis gibi sarkan bi coğrafya bana ne alla allaaa.

Evet bu Thrown to the Sun, http://www.pasifagresif.com isimli takip ettiğim bir sitenin yazar ve okurlarından oluşmuş, ve yukarıda da dediğim gibi 2 gün önce albümlerini interweblere indirilebilir olarak sunmuş arkadaşlar. Kısaca belirteyim albüm internet dilinde “epic” lafını hakeden bir albüm olmuş. Tanımam etmem hiç birini, aranızda yalakalık ettiğimi düşünen varsa diye söylüyorum. Ayrıca böyle düşünenler düşünce suçu işli…..sonunu getiremiyorum.

Zaten 2 şarkıyı mı ne önceden yayınlamışlardı. Bakın ayağınızı denk alın tarzı bi gösterme ama vermeme durumu yapmışlardı. Nasıl birşey ortaya çıkacağı hakkında fikir veriyordu. Özetlemek gerekirse, ki böyle şeyleri de pek beceremem bi de komik bulurum, yok efendim Kuzey Avrupa death metal tandanslı, black etkileşimli, gotik brutal, progresif oryantel atomistik pandizot tarzında tınlıyor falan diye hahaha ama yapayım bak becerebildiğim kadarını.

Thrown to the Sun, özüt death metal yapıyor. Doğala özdeş aromada progresiflik var. Yer yer bana en çok death ve gojira’yı anımasttı ama ufaktan ha. Yoksa bu grupların da taklidi de değil. Kendine has, gayet leziz bir tarzı var. Herkes enstrümanını adam gibi çalıyor. Bakın biz sikertiyoruz ha diye sıkıcı progresiflikler de yok. Melodi var abicim ya. Zaten olay da bu bence. Müzik dediğin benim düşüncem rif’tir haha :D Dinliyoruz da ne dinliyoruz? OOoo adamlar süper çalıyor ama ne çalıyor melodi yok tribi değil! Thrown to the Sun’da teknik/melodi/run kombosu çok güzel harmanlanmış ve ben 2 gündür deli gibi dinliyorum. Tam ulan bu şarkı tam olmamış mı diye düşünürken bile bi olay oluyor ve vay babayuun kemüü dedirtiyor mesela Laceration şarkısında “ulan bu doldurma şarkı galiba” diye düşünüyorum ve bir anda 1.30’da bir son rif geliyor osurtuyor. Genç gibi kafa sallayasım geliyor :D

Tek tek şarkıları yorumlayacak kadar hakim değilim henüz çünkü ortada gerçekten defalarca dinlenip hazmedilecek bir OPUS var! İlk dinlememde ilk şarkıyı mesela 10 kere falan üstüste dinledim, ilerleyemedim çünkü tek rif’ten oluşan intro gibi bir şarkı bu ama öyle bir rif’ki Türk metali bugünleri de gördü ya şükürler olsun dedirtiyor resmen. Sonra tüm albümü 2 gündür döndürüyorum ve diyorum ki kısacası ey arkadaşım, sen bir metal müzik dinleyicisi misin, illa death metal fanı olmana gerek yok tabi, zaten death metal fanıysan erken boşaltıyor albüm uyarırım, ama rock/jazz falan dinliyorsan da müzikten anlarım diyorsan da al sana günün fırsat ürünü! Hatta bakınca bu sene opeth, machine head, mastadon gibi çok beklenen albümlerin yanına sırıtmadan konacak bir albüm açıkçası. Al koy sen de. 2 dakika insan ol. Daha da konuşturtma cenk abini.

Son paragrafta biraz da kendimi övmek sureti ile yazıyı sonlandırayım diyorum bir yavşak gibi. 1994 senesinde Türkiye’nin ilk death metal albümünü Death Project olarak “Mission Accomplished” adıyla çıkarmıştık. O zamanlar şartlar çok zordu bugüne kıyasla. Akustik davul kaydetmek diye bişey yoktu. Bi sikim yoktu ya bugüne oranla. Kısacası bu yolu biz açtık biz olmasak dünya olmaz demeye getiriyorum hahahaha. Aradan 17 yıl geçmiş bak. Bu zaman zarfında “lan Türk grubudur destek olalım işte” mantığı dışında alıp da dinlediğim bir Türk grubu olmadı (Dr. Skull vardı lan gerçi…hmmm evet Dr. Skull’da hakkını vermişti valla onu da not düşelim buraya) Herneyse demek ki 1 grup varmış harbiden takdir ettiğim. Thrown to the Sun’da destek mestek hikaye, severek, zevk alarak dinlemek için yapılan bir müzik koyuyor ortaya.Alın dinleyin. Şimdi de link vereyim de bu Orhun yazıtları gibi uzayan yazıya son vereyim. Albümü aşağıdaki linklerden indirebilirsiniz hem mp3 hem kayıpsız flac olarak.
resmi site / bandcamp / pasifagresif

VINN Kotasının Köküne Kibrit Suyu Betimlemesinden Yola Çıkan Yazı

Misal CIA ajanısın. Dünyanın farklı ülkelerine gidip kolpadan demokrasi gazı verdiğin aç insanları galeyana getirtip, işine gelmeyen işler yapan devlet başkanlarını darbe ile indirtecek daha sonra da linç ettirecek ve kaos içinde bıraktığın ülkelerin yeni başlarını alıp istediğin gibi köpeğin etmek istiyorsun. Ne yapacaksın ? Tabi ki işin mobil olmanı gerektirdiğinden bir adet mobil internet USB dalgamotorundan alacaksın. Her an maillerine gönder/al yapabilmen lazım çünkü. Ama kotan dolarsa yandın! Çünkü Yunanistan gibi batırırsın koca ABD’yi gelecek olan kota aşım faturası ile!

Evet VINN aldım 3 gün önce. Hızı fena değil allahı var. Kotası 4 gb ama. Fiyatı da 40 TL. Yani gb başına 10 TL, fahiş mi fahiş. Ama o daha başı. Başı zaten alıyorsun içeri, daha sonra dikkat ediyorsun ama hemen kız-oğlan-kız ayağına yatmalısın çünkü kotayı aştın mı, başından sonra kökü giriyor…Hemen belirteyim kökü çok acayip. Bir anda 1 gb 50 TL’ye çıkıyor. Tabi hemen anlıyorsun ki bu BSA, RIAA falan gibi korsan karşıtı organizasyonların bir nevi truva atı.

Mesela orjinal bir DVD film alıyorsun, buna yaklaşık 30-50 TL falan veriyorsun. Carrefour’daki sepetlerden 3-5 TL’ye de bulabilirsin gerçi de, hadi biz pahalısını seçelim örneğimize. Bir DVD film 4 GB. Kotayı aştırıp da 4 x 50 TL = 200 TL’ye internetten korsanını indirebilirsin oysa ki! Yani 50 TL orjinal DVD’si olan bir filmi adamlar sana korsanını 200 TL’ye indirme opsiyonu sunuyor. Tabi bir film çekmek nedir ki ? Üstünde yüzlerce insan milyon dolar harcayıp, yönetmen, oyuncu falan gibi lüzumsuz adamları çalıştırıyorlar, VINN kadar olabilir mi önemi ? Olamaz!

Evet sevgili normal internet sahibi dostum, lafı dolandırmadan hemen gittikçe daha da politikleşeyim. Diyenler oluyor “Eee cenk çavuş zaten VINN download için değil, mobil çalışan, mail kontrol eden adamla….” tam lafını bitiremeden pat diye sol ayağımı ağzına sokasım geliyor bu arkadaşların. Yahu adamlar nasıl düdüklüyor bizi hesabı yok, gidip de tokmakçına mı empati yapıyorsun ???

Bütün büyük şirketlere uyuz oluyorum hocam ben. Digitürk’ten, Telekom’a, Turkcell’den tüm bankalara falan. Çünkü insanın insana yapmaya utanacağı şeyleri sana yapıyorlar, ve karşındaki de insan olmadığı için, o tüzel kişiliğin arkasında saklanan bir çalışan olduğu için hiç mi hiç utanmıyorlar. Seni müşterisi etmek için atmadık takla bırakmazlar, sisteme bir girdin mi her türlü pompa! Hep bafilesinler. ATM’den kendi paramı çekecem onun için para veriyorum ya bu nedir?

Herneyse öölesine ilk kez VINN ile bi yazı yazayım dedim, durduk yere sinir ettim kendimi bak. Ama mesela  bi süredir istediğim wireless kulaklıktan yapmış SNOPY. Dandik bir markadır ama Sony’si Creative’i yaptı mı 100-150 TL’lik şeyi 28 TL’ye aldım lan. Asıl buna odaklanıp pür neşe olsam ya hahaha.

Cenk Çavuş Taşınıyor!

Haa şimdi kısaca olanları anlatayım. Dün Ikea’da 14535 saat geçirdim karımla. Bin kez karar değiştirdi bin ürün için. Bana bişey seçtiği zaman “bu nasıl sence” diye soruyor. Ben “sen bilirsin istediğini alalım” diyorum, kızıyor. “Şunu beğendim ben” diye ben bişey seçersem onu da beğenmiyor ve kızıyor. İki ucu feçes değnek…

Sonra seçimler bitti ve Ikea’dan seçtiğimiz şeyleri alma bölümüne gelince bir de ne oldu beğenirsin? Bu gitti o anda oradan farklı şeyler aldı! Evet ilahi Fullabıdık!

Herneyse, biz taşınıyoruz ve odada sadece bu pc kaldı şu an ve ben bunu sökmek üzereyim. Yeni evimiz Balat ormanının orada ve yeni yapılan bir site olduğu için internetler yok! WA-TA-FAK! Dediğinizi duyar gibiyim…Evet ne yazık ki gerçekler böyle. O yüzden zaten bisüredir pek update edemediğim bloglarımda bir süre daha update yapamayacam sanırım.

Haa halböyleyken telefunken biliyosun baldudak.

Heroes of Might and Magic 6 Skidrow Crack Çıktı!

Bakın oğlumu çok taşıyorum. Bir kanguru sistemi var takıyorum onu ve göbekte oğlumla evde yürüyüp duruyorum. Bu esnada salona geliyorum ve görüyorum ki Kuzey ve Güney dizisi var. Görüyorum bu diziyi. Paso “Kuzey aman öyle yapma”, “Kuzey iyi düşün bak” falan diye Kuzey kuzey diyip duruyorlar. Oğlanın adı da kuzey olduğu için kıllanıyorum. Yoksa oğlumun adı dönemin moda ismi mi olacak? Tabi bunlar önemli değil. En önemli olaya gelmeden önce ufak bir ayrıntı olarak Heroes 6’dan bahsedelim.

Evet ben bu seriyi hep sevdim, hep sevegeldim, hep sevmeyi planlıyorum allah kısmet ederse. 5. oyunla birlikte 3D olan oyunumuz sanırım eski haline ufak tefek değişiklikler eklenerek kalıp bölümü mezunu, sosisli sandviç yapmayı bilen semender aranıyor.

Şimdi evet bu oyunu ben kurdum ve hemen bir hata aldım! Neydi o hata?  “Ubisoft Launcher Error 2” hatası! Bunun üzerine şu adımları izleyerek oyunu çalıştırmayı başardım.
1) Oyun çalışmazsa Might & Magic Heroes VI.exe’den masaüstüne kısayol yapın. Bu kısayola sağ tıklayıp özelliklere gelin ve burada hedef’te .exe’den sonra /offline ekleyin yani örneğin şöle olacak “E:\MightandMagic6\Might & Magic Heroes VI.exe” /offline
2) Yukarıdaki adım yardımcı olmazsa, ki bana olmadı, gu.exe’yi çalıştırın, oyunu update edecek bu ve daha sonra bu update’i kurun. Tekrar offline’ı eklediğiniz bir kısa yol oluşturun ve bırakın ubisot patch’leri yapsın daha sonra oyun açılıyor.

Yada daha doğrusu bende böyle oldu. İlk izlenim olarak (15 dakika oynadım) kahramanımızın sadece tek bir vuruş yapma olayı tırt olmuş ama belki ilerledikçe yeni özellikler açılıyor olabilir.

Herneyse asıl önemli olan konu ise ben bu Kuzey/Güney dizisinde Kuzey karakterinin telefon tutması dikkatimi çekti. Bu kuzey telefonu tek parmağı ile kafasına doğru itiyor. Bakın şöyle:
Sonra dedim ulan kesin böyle telefon tutanlar çıkar karşıma yakında dedim ve internetlerin derin sularında yaptığım araştırmalara göre zaten bu bir hareketmiş! Bu bir “Kıvanç Tatlıtuğ cep telefonu tutma modası başlatıyor” durumuymuş değerli okurlar bak!

Evet skidrow crack’i ile birlikte oyunu indirmek için tam bu noktaya sürklase olma zamanı geldi.

Önemli Haber!!! Şaka Lan Şaka O Kadar da Önemli Değil :)

Judo ve felsefe klübü etkinliklerine daha fazla zaman ayırmak için işimden ayrılmış bulunuyorum. Tabi ki yalan kimse böyle bir sebepten işinden ayrılmaz. Doğrusu şu olacak. Ortak olarak hareket eden 20 küsür Medya S çalışanı yemekte baklagil fazlalığı yüzünden işten çıktılar. Ve tahmin ettiğiniz gibi bu da bir yalan böyle birşey de olamaz. Kısacası ben Amerika’ya geri dönüp su altı sinamatografisi üstünde bazı çalışmalar yapmak istiyorum bu yüzden son 3 küsür senemi geçirdiğim astv’deki işimden ayrılma yolunu seçme yolunu ve eski mudanya yolunu boşverdim.

Medya S’te galiba 24 kişinin işine son verilmiştir. Bunlardan birisi de benim :) İlginç şeyler duyuyoruz bugünlerde ama buraya yazmak gereksiz o yüzden ben sadece bir romantik gibi astv’de geçen güzel günler için arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Geride kalanlara da sabır diliyorum :)

Dilhun’la tostçu açmayı düşünmüyor değiliz.

2012 astv Laf Arası Jenerik

Bolu’lu Hasan Usta’nın aslında Bolu’lu değil İzmir’li olduğu bilgisi elime ulaştığında, kendimi ihanete uğramış hissettim dersem yalan söylemiş olup olmadığımı düşündüğüm bir yaz daha geride kaldı gibi görünsede yine çıktı güneş. Terasları ise sevdiğimi düşünüyorum. Kar yağdığı zaman terasta yapılan kardan adamdan daha ulvi bir kardanadam ise yapılamaz.Son olarak kuratörlüğü bir meslek değil de bir zanaat ya da alp disiplini olarak tasvip ediyorum.

2012 astv Atlıkarınca Jenerik


Olaydı ki bir gün hıdırellez bayramını kutlasaydım ya da kabotaj bayramı da olur belki imambayıldı gibi extradan isimlendirilmiş yemekleri de yiyebilirdim. Ama ne yazık ki bugün ben sadece köfte, sucuk, çikolata gibi normal isimli şeyleri yiyebiliyorum ama bir ali nazik yiyemiyorum mesela. Hatta kapuska ismini bir süre düşünürsem midem kalkıyor, ağzımın içine kusup geri yutuyorum bunları. Bunlar dediğim genelde çikolata falan olduğu için ama tatlı oluyor tadı! Evet artık anlaşıldığı üzere karbüratör zamanı!

Sonbahar, Bak Açık Açık Söylüyorum, Sen Tüm Diğer Kendine Mevsim Diyen 3 Arkadaşına Da Basarsın!

Çok düşündüm ve sonunda sildim. Yazının başlığı şu olacaktı aslında “Sonbahar, diğer tüm mevsimler sana domalmalı!” Sonra çok kaba kaçacağını düşündüm bu başlığın. Yazı içlerinde yeri geliyor her türlü ayarı veriyorum ama başlıkta böylesi bir laf olmalı mı? Yayın kurulu ile saatler süren bir toplantıdan sonra karar verdim domalma lafının başlıkta yeri yok! İşin ilginci şudur eskiden olsa mesela ben 10lu yaşlarımın başındayken bu başlık kendine yer bulabilirdi sanırım çünkü o zaman kullanım “dömelme” şeklindeydi. Dömelmek evet! Sonra sanırım lisede mi nedir baktım bi anda etrafta insanlar “domalmak, domlatmak” falan diyor! Bu da neyin nesi idi? Ama açıkça söyleyeyim bu yeni kullanımdaki kaba sabalık daha bir testesteron dolu, daha bir maço, daha bir erkeksi idi ve etrafta “domalmak”tan bahseden erkekler varken ben “dömelmek” dersem beni ibne zannedebilirler diye çekindim ve derinlerde bir yerde kalbim dömelme taraftarı olsa bile ağzım domalır olmuştu artık! Taraftarı derken lafın taraftarı tabi ki, yoksa dömelme taraftarı değilim elbette!

Ve artık açıklıyorum homofobiyi bir kenara koydum ve çekincesizce belirtiyorum dünya, not al istersen, ben artık domalma demeyi kesiyorum! Artık çocukluğumun o masum ve kibar “dömelme” kullanımına geçiyorum ve diyorum ki sonbahar diğer tüm mevsimleri dömeltir! Hem de ne dömeltmek…

En önce king oynayan, ya da 4 kişi farklı iskambil oyunları oynayan insanların bildiği birşey var. Kimin altına oturuyorsun? Bu kişi ne kadar malsa sana o kadar yararlı kartlar atabilir ve işte sonbahar bilinen galaksinin en sikindirik mevsimi olan yaz’ın altındadır. Yaz biter bu başlar. Dolayısı ile aslında o kadar süper olmasa bile yaz gibi terli bir mevsimden sonra hangi mevsim gelse zaten süper olurdu.

Daha sonra ve bu yazının aslında gizli öznesi olan dizilerin başlaması olayı var! Zaten Modern Family, How I Met Your Mother, The Office, It’s Always Sunny in Philly, Parks and Recreation, Big Bang Theory gibi epikus komedi dizileri başladı. Bunun yanınada Fringe geçen cuma geri döndü! Hatta Dexter ve House gibi kültlerin yeni sezon screener’ları internetlere aktı. Bu güzellikler başlarken tabi curb your enthusiasm, breaking bad ve weeds gibi yaz dizilerinin de ufaktan sezon finallerine yaklaştık ama yazın 2-3 güzel dizisi biterken yerini bir sürü spektaküler diziye bırakıyor o yüzden az üzülüyoruz ama daha çok seviniyoruz!

Şu an dur ve bana bak okur! Sokaklarda binlerce fanım beni durdurup soruyor “cenk çavuş bize dizi öner” diye ve şimdi size çok ultrasonik bir dizi öneriyorum. Yanlız ingilizce bilme şartı var. Çünkü Türkçe altyazı falan yok. Söylüyorum: An Idiot Abroad!Az evvel gördüm ki bunun ikinci sezonu da başlamış, aslında 2. sezonda ne olabilir bilmiyorum çünkü ilk sezon dünyanın 7 harikasında geçiyordu. Aslında belgesel gibi birşey dizi çünkü senaryo falan yok. Kendi şehrini hiç terketmemiş kendi dünyasında yaşayan Karl Pilkington’ın maceralarını anlatan dizi süper. Ama şimdi gitmem lazım iş çağırıyor. Hadi eyvalla.

2012 astv Spor Haber Jenerik


İlk versiyonu beğenilmeyen ve red edilen spor haber jenerik ile ilgili gelen düzeltme brief’ine göre “sporda yeşil kullanmayalım artık” vardı. Ben de morarttım doğal olarak. Kim olsa aynısını yapardı zira.

2012 astv Patlamış Mısır Jenerik


Bir ülke kursam ismini Majestik koymayı düşünüyorum ya da Paragon da olabilir. Bunun haricinde bir il ya da ilçe kursam, olmadı belde ile yetinsem onun da adını “Kırazmış Yeşil Domatesler, ama soğan olmasın” koyarım. İşin gerçeği ise böyle durumlarda atıp tutmak çok kolaydır. Bekara karı döşemek kolaydır. Dolayısı ile ülke kurarsam adını Charlize Theron koyarım ve Nicole Kidman’ı ise barış elçisi atarım. Talat Bulut’u ise ülkenin giriş kapısına koyarım orada takılsın.

Evet patlamış mısır bir sinema programı!